Ne kadar gerçek o kadar hayal!

21 Haziran 2011 Salı

Hanna

Tarafsız bir yazı olamayacak çünkü Joe Wright en favori yönetmenlerimden. Pride and Prejudice, Atonement ve The Soloist gibi duygusal yönü daha ağır basan filmlerden sonra Hanna Joe Wright'ın ilk aksiyon projesi. Bu yüzden çok merak ediyordum. Sonuç: Standardın çok üstünde bir kalite.




Hikayenin klasik olduğunu söyleyebilirim: DNA'sıyla oynanmış genç kızımız intikam almak için yollara düşüyor, hem hayatı öğreniyor hem de tüm meziyetlerini sergiliyor. Soru şu: Bu kadar dar kalıplı bir hikaye nasıl üst düzey bir prodüksiyona dönüşmüş?

Öncelikle karakterler ve oyunculardan bahsetmek lazım. Sağlam detaylarla güçlendirilmiş karakterler iyi oyuncularla birleşince hikayenin sığlığının yan etkileri tamamıyla ortadan kalkmış. 

Hırslı ajanımız Marissa, robot gibi hareketleri, kusursuz saçları ve vücudu, zarar verici bir özenle fırçaladığı bembeyaz dişleriyle bütün hayatını işine adamış ama bundan da çok mutlu olmayan bir karakter. Cate Blanchett'in tam oturduğunu söylememek haksızlık olacaktır. Filmdeki ince ince düşünülmüş basit detaylar, karakterleri seyirci için üç boyutlu bir hale getiriyor.  Marissa'nın soğuk ve otoriter tavrı, Hanna'nın annesinin kayıtlarını dinlerken ki tutumuyla birleşince, Marissa izleyici için daha somut ve anlaşılır bir hale geliyor.




Renkli dar eşofmanlar; kısa şort, tişört ve çoraplar... Tom Hollander gelmiş geçmiş en iyi psikopatlardan biri. Farklı cinsel tercihiyle yontulmuş hareketleri hikayeye apayrı bir renk katıyor. Finalde daha önemli bir payı olacağını düşünüyordum. Film için eksilerden biri buydu bence. 




Genç oyuncu Saoirse Ronan, Atonement'dan sonra yine bir Joe Wright projesinde, bu sefer baş rolde. Fazla övgüye gerek yok, izledikten sonra her şey çok aşikar zaten. Burada Hanna'nın yolculuk ettiği aile için yapılan tercihler de filmin gülümseten tarafı oluyor. Woodstock kafasındaki yaşam tarzı ile çatışan ailenin küçük kızı gerçekten sempatik.




Baba Erik ise filmin en yüzeysel karakteri belki de, yaptıkları yüzünden vicdan azabı çeken ajan, Joe Wright'ın ahlakçı tutumundan nasibini alacak zaten. Eric Bana için fazla sığ kalmış bir karakter, bütün film boyunca bir " twist " bekleniyor ama nafile. Filmin önemli eksiklerinden biri daha.




Karakterlerle güçlenen zayıf hikayede heyecanı hep ayakta tutan diğer önemli bir faktörde müzikler: Chemical Brothers'ın ritmleri kalp atışlarını hızlandırıyor ve filmle senkronizasyonu sağlıyor. 

Ve son olarak Joe Wright: Güzel renkler, heyecan uyandıran mekanlar... Stilinin en belirgin özelliği olan uzun planları aksiyon sahnelerinde başarıyla uygulamış. Kullanılan az sayıdaki " cut " ile akıcı ve etkileyici dövüş sahneleri seyirci için bambaşka bir deneyime dönüşüyor.

Her yönüyle sağlam bir film Hanna. 

Hiç yorum yok: