Ne kadar gerçek o kadar hayal!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Another Earth

Hikaye şu: Kızımız başarılı ve umut vaat ediyor, üniversiteye gidecek. Kutlama için katıldığı bir partinin dönüşünde biraz yeni bir Dünya'nın ortaya çıkışından biraz da alkolden kazaya sebebiyet veriyor. Gerisi İkinci Dünya, ikinci şans ve kefaret ile ilgili...


Another Earth'ün başrolünde Brit Marling, yönetmen koltuğunda Mike Cahill var. Senaryo ise ikisinin ortak çalışması.

Ben bu filmi son dönemde popüler olmaya başlamış bir akımın temsilcisi olarak görüyorum. Bir nevi duygusal bilim-kurgu. Aynı Melancholia, Take Shelter, Perfect Sense ve 4:44 Last Day on Earth gibi. Bu saydığım diğer filmlerle ilgili de yazmaya çalışacağım en kısa zamanda.


Bağımsız olmasından mütevellit beğenmeye çalıştığım bir film fakat buna rağmen doyurucu olduğunu söylemek çok zor. Bunun temel nedeni neredeyse herhangi bir yan hikaye olmaması. Kör hademe ile bu yumuşatılmaya çalışılmış ama başarılı olamamış. Film ortalarından itibaren hareket ve konu eksikliğinden sıkıcı olmaya başlıyor. Keşke kısa film olarak düşünülseymiş.

Another Earth bu tarzı sevenlerin izleyebileceği geri kalanların ise muhtemelen uyuyacağı bir yapım.  





16 Kasım 2012 Cuma

Cloud Atlas

Altı farklı hikaye, altı farklı zaman, altı farklı "genre"... Bulut Atlası sinemaya uyarlanması en zor romanlardan biriydi. David Mitchell'ın altı küçük hikayesi birleşip epik bir romana dönüşüyordu.

Cloud Atlas'ı iyi veya kötüden ziyade cesur ve meydan okuyan bir film olarak kabul etmek lazım. Yönetmen ve yapımcı koltuklarında Andy ve Lana Wachowski ile Tom Tykwer var. 

Filmin tebrik edilmesi gereken en önemli unsuru altı hikayenin birleştirilebilip tek bir senaryo içinde eritilebilmesi. Kitapta altı hikaye de ayrı ayrı anlatılıyor. Bu şu demek: Altı ayrı hikaye dinamiği mevcut, yükselişler, inişler, kırılma anları vb... Yönetmenlerin, romanın ana duygusunu çok iyi anladıkları ortada ve bu sayede de hikayelerin ortak noktalarını çok iyi birleştirip konvansiyonel sinema ve senaryo geleneğine uygun tek bir hikaye dinamiği yaratabilmişler. 

İşin en zor kısmı bitmişken; tek olmaması gereken, tek yapmamaları gereken "hata" ortaya çıkmış. Ben bu hatayı şöyle isimlendiriyorum: Fazla Amerikalılık (her ne kadar Tom Tykwer Alman olsa da) veya fazla Hollywood kültürü. David Mitchell'ın romanını oluşturan altı hikayenin en temel özelliği mütevazi olmaları. Bu altı gerçekçi ve mütevazi hikayeden oluşan romanı bitirince damağınızda kalan tat aslında epik. Peki yönetmenlerimiz ne yapmış? Hikayeleri ufak değişikliklere uğratarak (ki uyarlama senaryolarda normaldir) ana senaryoyu epik bir duruma büründürmüşler. Bu durumun filmin en temel eksisi ve hatası olduğunu düşünüyorum. Film özellikle ikinci yarısında "Bana bak seyirci! Ben epik bir hikaye anlatıyorum! Duygulan hadi!" diye bağırıyor.

Film görsel açıdan her Wachowski yapımı gibi üst düzeyde. Geçmiş, günümüz ve gelecek en detaylı biçimde şekillendirilmiş. Mekanlar ve kostümler etkileyici.

Bütün film boyunca hiç susmayan bir müzik var ve bu filmi 160 küsur dakikalık bir montaj sekansına dönüştürüyor. Biraz zorlama olduğunu kabul etmek gerek.

Yıldızlar Tom Hanks ve Halle Berry gibi gözükse de filmden sonra aklınızda Hugo Weaving ve Ben Whishaw'ın kalacağını iddia ediyorum, özellikle Old Georgie...

Sonuç itibariyle Cloud Atlas, fazla cesaret ve hırs yüzünden zayıflamasına rağmen son dönemdeki en farklı ve ilerde de fark yaratacak bir yapım. 


14 Kasım 2012 Çarşamba

Skyfall

Casino Royale ile başlayan, Quantum of Solace ile devam eden Bond'un "olma" dönemi Skyfall ile tamamlanıyor.


Türkiye'deki görevinde ölümle yüzleşen James Bond kendini M'e karşı gerçekleştirilen komplonun tam ortasında buluyor. 

Gelmiş geçmiş bütün Bond filmlerinden daha iyi bir hasılat yapacak gibi gözüküyor Skyfall. Peki, gerçekten bu kadar iyi mi?

Karşımızda son derece kompakt bir film var aslında: Çok büyük gizemler veya inanılmaz aksiyon sahneleri yok fakat yönetmen Sam Mendes'in çok akıllı tercihler yaptığını belirtmem lazım. Casino Royale ve Quantum of Solace'da unutulmuş olan mekan estetiği Skyfall'un can damarı. Yeni MI6 binası, gökdelen, sandal ile gidilen kumarhane, boşaltılmış ada ve tabii ki de Skyfall... Bütün mekanlar o kadar güzel tasarlanmış ki seyirci ne olacağına değil ışıklara ve renklere takılıyor, mekanların görkemine kapılıyor ilk başta. Bütün unutulmaz Bond filmlerinin de ortak noktalarından biri enteresan ve görkemli mekan tercihleri aslında: Dr No'nun adasını veya yanardağ içine saklanmış gizli üssü kim unutabilir ki?

Filmin ikinci önemli unsuru da Nolan'ın Batman'inden esinlenildiği saklanmayan kötü adamımız. Javier Bardem ve Silva uyumu hat safhada. Biraz Joker biraz Bane... Her ne kadar yaptığı plan, görünüşü kadar şeytani olmasa da Javier Bardem'in oyunculuğu sayesinde kolay unutulmayacak bir kötü adam var karşımızda.


Skyfall ile birlikte klasik Bond kadrosu tamamlanmaya başlıyor. Moneypenny güzel bir sürpriz olarak karşımıza çıkıyor. Bond-Q atışmalarını özlemiştik. Yeni jenerasyonun özellikli oyuncularından Ben Whishaw bu role uymuş gibi duruyor.


Bu blogda daha önce de yazmıştım: Judi Dench en sevdiğim aktristlerden. M ile Judi Dench uyumu 90'lı yıllardan beri Bond filmlerinin en temel dinamiklerden biri. Casino Royale ile yeni bir çağa giren Bond serisinin yeni bir M yaratması kaçınılmazdı aslında. Bunu yaparken de çok akıllı bir yol izlediklerini düşünüyorum. James Bond'un olgunlaşma sürecinin en önemli halkası Skyfall, Bond ve M üçgeninde gerçekleşiyor. Yeni M içinse üstat Ralph Fiennes'dan daha iyisi düşünülemezdi.

Skyfall, Bond'un kökenine dair de getirdiği açıklamalar ile Casino Royale ile başlayan yeni jenerasyonun tamamlanmasını sağlayan bir film. 21. yüzyıla uygun karanlıkta fakat eski Bond'ların da tadını andırıyor, verebiliyor ve yenisini merak etmeye itiyor.