Ne kadar gerçek o kadar hayal!

28 Temmuz 2012 Cumartesi

The Dark Knight Rises

2005'de başlayan Nolan'ın Batman'i 2012 de sonlandı. Yapılabilecek bütün eleştirilere rağmen üç filmin de saygıyı hakkettiği kesin. 


The Dark Knight Rises üzerine bir şeyler söylemeden önce genel olarak bu üçlemenin yapısına bakmakta fayda var.

İzlememiş olanların okuması sakıncalıdır!

Chris Nolan daha gerçekçi, sert ve karanlık bir Batman yapmak için yola çıkmıştı ki daha önceki Batman filmlerinin bir karnaval havasına büründüğü düşünülürse bu çok mantıklı bir tercihti. Batmobil ilk ortaya çıktığında  yapılan eleştirileri hala nette bulabilirsiniz: Gotik çizgilerden sonra bir tank vardı karşımızda! Kabullenilmesi de pek kolay olmadı. Nolan başta riskli gözüken bunun gibi birçok karar aldı yeni Batman için. Bütün bu kararları alırken hikayesine çok güveniyordu zaten Insomnia dışındaki bütün filmlerinin hikayelerini kendi yarattığı düşünülürse bu da çok normaldi. Peki neydi Batman'in hikayesi?

Ben bu üçlemeyi şöyle görüyorum: Batman Begins ile The Dark Knight Rises birbirini tamamlayan filmler iken, The Dark Knight tek başına bağımsız bir yapım gibi. 

Üç filmin de hikayeleri iki temel yörüngede hareket ediyor:

İlk yörünge Bruce Wayne-Batman dinamiği. Burada her şeyi olan bir adamın geçmişini unutamaması üzerinden geçirdiği karakter değişimini ve gelişimini görüyoruz. Bir insandan öteye geçip bir fikir, bir sembol olma çabası... Fakat her zaman Bruce Wayne'in tercihleri daha ağır basıyor ve belki de en önemli hatasını The Dark Knight'da Joker'in şeytani planı karşısında Rachel Dawes'u kurtarmayı tercih ederek yapıyor bu yüzden. Sonuç: Ölü bir sevgili ve kaybedilmiş bir beyaz şövalye!  Bu yanlış tercihin yansımasını da üçüncü filmde adeta münzeviye dönmüş bir Bruce Wayne olarak görüyoruz.

İkinci temel yörünge ise Gotham şehri: Kirli ve yozlaşmış bu şehir taraflar arasında savaş alanına dönerken bizzat kendisi de yine bu mücadelelerin ödülünü oluşturuyor. Ra's Al Ghul ve League of Shadows burayı yok ederek herkese ders verip yeni bir başlangıç yaratmak istiyor. Joker ise Gotham'ın ruhunu kaosa teslim ederek yeni bir düzen başlatmak istiyor. Batman/Bruce Wayne ise bu şehre hala güvenerek insanlarına yaratılacak yeni imkanlarla daha iyiye gidileceğini düşünüyor. Şunu belirtmek isterim: Ben hikayeyi ve narative'i analiz etmeye çalışıyorum. Bu noktalarda bazı politik ve ideolojik yaklaşımlar olabilir ve hepsine saygı duyarım fakat benim birinci önceliğim hikayenin kendi içindeki bütünlüğü,dinamikleri ve motivasyonları...

Batman Begins ve The Dark Knight Rises, bu iki yörünge üzerinde protagonistin liderlik ettiği hikayeler fakat The Dark Knight'da ise hikayeye liderlik etme insiyatifini bu iki yörünge değişmemesine rağmen antagonistin yani  Joker'in ele aldığını görüyoruz. Batman, Joker'in hareketlerine sadece reaksiyon gösteren bir karakter durumuna düşüyor. İşte bu yüzden The Dark Knight'ı ayrı bir yapım gibi nitelendiriyorum çünkü karşımızda olan temelde bir Joker filmi!Batman değil...


Bu genel analizin devamında The Dark Knight Rises'a gelirsek karşımızda aksiyon kalitesi olarak zirveye çıkmış ve üçlemenin finaline yakışan görkemlilikte bir görsellik buluyoruz fakat hikayenin de görkemli olduğunu söylemek ise çok zor. 


Nolan çok önemli bir hikaye anlatıcısı. Hikayesindeki eksikleri makyajlamayı becerdiğini kabul etmekle birlikte benim için yeteri kadar doyurucu olmadığını belirtmem lazım.

Filmin hikayesini şuna benzettim: Chuck Palahniuk'un Dövüş Kulübünden hatırlayacağımız Project Mayhem'e Tyler Durder değilde Bane önderlik ederse ne olur? Yine Palahniuk tabiriyle " middle men'leri " yani sistemin kaymağını yiyen değilde sistemin işlemesini sağlayan insanları arkasına alarak bir nevi devrim yapmaya çalışan bir Bane var kaşımızda. Peki işin içinde bir Joker samimiyeti var mı? Yani gerçekten inanılan bir devrim var mı? Hayır! Ra's Al Ghul'un idealinin yeniden denenmesinden başka bir şey değil. Ayaklanma, devrim ve isyan... Nolan üçlemenin finaline yakışan büyük bir proje yaratmaya çalışmış.

Peki olmayanlar neler? 

Joseph Gordon Levitt'in canlandırdığı Blake karakterinin bir çırpıda Batman/Bruce Wayne dinamiğini çözmüş olması inandırıcılıktan çok uzak. Keşke Blake karakterini ucundan, kıyısından League of Shadows'a bağlasa çok daha etkili olabilirmiş.

Kuyuya atılan çocuk hikayesi çok güçlü fakat sonunda gelinen "ölüm korkusunu hissedersen ve inanırsan başarırsın" noktasının bu yaratıcı hikayeyi düzgün bir şekilde ya da şöyle söyleyeyim hakkettiği biçimde bağlayabildiğini düşünmüyorum. Gelinen nokta şu: Biraz şınav ve inanç ile başarılamayacak hiçbir şey yok! Nolan, filmin bu sahnelerini hikayenin içindeki diğer dinamikleri daha etkin kullanarak elinden geldiğince makyajlamış ve duygusal bir hava yaratmayı başarmış fakat bu duygusal hava bile mantığı yeteri kadar körleştirmiyor. Sonuç: Kesinlikle yeterli değil.

Bane, çizgi romandaki ana hatları korunmuş ve buralardan hareketle etkili bir şekilde geliştirilmiş bir kötü olarak çıkıyor karşımıza. Tom Hardy - Bane uyumu üst seviyede fakat bütün planın arkasındaki beyin olan Miranda Tate'in iyi çizildiğini düşünmüyorum. Sanki filmin sonundaki süprize o kadar odaklanılmış ki bu yüzden karakter budanmış adeta. 

Batman, Catwoman, Miranda ve Bane... Bu dörtlünün içinde olduğu bir finalin çok daha etkili olması gerekirdi bence. Aksiyonun finali olarak The Dark Knight ve Batman Begins'in gerisinde olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu eksiklere rağmen çok iyi bağlanmış bir hikaye görüyoruz sonunda: Gotham bir kez daha kurtarılmış ve bir sonraki mücadeleye kadar yaralarını sarmaya hazırlanıyor. Bruce Wayne/Batman dinamiği çözülemeyecek bir düğüm olduğu için her ikisini de arkasında bırakıp giden bir protagonist ve Bruce Wayne'in zayıflıklarından kurtulmuş, yeni kimliği ile mücadeleye girişecek bir Batman!

Bu üçlemenin her zaman hatırlanacağı kesin. Blockbuster mantığına getirdiği yenilikler ise tartışılmaz.


Hiç yorum yok: