Ne kadar gerçek o kadar hayal!
28 Aralık 2011 Çarşamba
24 Aralık 2011 Cumartesi
23 Aralık 2011 Cuma
22 Aralık 2011 Perşembe
20 Aralık 2011 Salı
19 Aralık 2011 Pazartesi
2012'ye hazırlık veya kıyamet senaryoları 1
Kıyameti beklemenin hobi olabildiği bir zamanda, kıyametin meta olması kaçınılmazdır. Hayat çok güzel olduğu için mi bu kadar kıyametten bahseder olduk yoksa hayat çok kötü de içten içe bitmesini mi temenni ediyoruz?
Açıkçası 30 yaşında kıyamete kurban gitmeye niyetim yok! Bu yüzden bir süredir kendimi kıyamete hazırlamaya çalışıyorum ama sıkıntı şu: Ne olacak? Nasıl olacak? Bu noktada Carlos Roa'yı unutmamak lazım. Döneminin en önemli kalecilerindendi fakat müridi olduğu tarikat 2000 yılında kıyamet kopacağına inandığı için kaleciliği bırakmış ve kendini ibadete kaptırmıştı. Sonuç: Cümle aleme rezil olma durumu. Dolayısıyla işi gücü bırakmak falan çok mantıklı değil.
Daha disiplinli bir metot geliştirmeliyiz. Ne olacağına, nasıl olacağına dair senaryolar oluşturmalı ve senaryolar dahilinde kendi yapacaklarımızı hazırlamalı, kendi kıyamet sürecimizi planlamalıyız. Hatta ufak bir SWOT analizi bile yapılabilir.
Peki senaryoları nasıl oluşturacağız? İşte bu noktada kitaplar ve sinema devreye giriyor. 2012'ye hazırlık, örnek senaryolar olarak kabul edebileceğimiz bazı filmler ve kitaplar:
- Zombi kıyameti veya yaşayan ölülerin dönüşü:
" Hep bildiğim yerlerden çıktı! " durumudur benim için. Kıyameti temenni etmem ama olacaksa da bu olsun. Bu senaryoda iki potansiyel durum var: Salgın hastalık sonucu bir tür kuduz vakası ise karşılaşacağımız, kısa vadede çok dikkatli olmamız lazım çünkü hızlı hareket eden düşmanlara sahip olacağız fakat eninde sonunda ölecekler, tek yapmamız gereken beklemek. Bu senaryoyu çalışmak ve de yakalanma olasılığını azaltmak için izlemeniz gerekenler: 28 Days Later ve 28 Weeks Later!
Yok, eğer durum cennette ve cehennemde yer kalmamasından kaynaklanıyorsa uzun vadeli planlara ihtiyacımız var: Barınak, yemek, içecek vb... Düşmanlar yavaş fakat kalabalık ve daha da kalabalıklaşacaklar! Bu senaryo için izlenmesi gereken Zack Snyder'in Dawn of the Dead'i ve Zombieland.
İpucu: Söz konusu zombi kıyameti ise herkes sizin potansiyel yok ediciniz veya düşmanınızdır. Tanıdıklarınız ve sevdikleriniz de buna dahil!
- Uzaylı istilası, işgali:
Böyle bir senaryoda da iki seçenek mevcut. Uzaylılarımız veya yaratıklarımız sinsi olabilirler. İşte o zaman işgale ücra ve tenha noktalardan başlarlar veya parazit gibi vücudumuzda takılıp bizi kontrol ederler. Zorlayıcı bir kıyamet senaryosu... Çalışmak için: Robert Rodriguez'den The Faculty, John Carpenter'dan The Thing ve Attack the Block.
Eğer uzaylılarımız cüretkar ise en ortalık yerden saldırıya başlayacaktır. Güçlü silahlar ile toplu katliam kaçınılmaz. Diğer senaryolardaki gibi " nerede çokluk orada bokluk " ilkesi bu sefer geçerli değil. " Birlikten kuvvet doğar. " kaçınılmaz gerçeğimiz. İzlenecekler Spielberg'den War of the Worlds, neredeyse bütün kıyamet senaryolarıyla ilgili filmi olan Roland Emmerich'den The Independence Day ve efsane Edward D. Wood Jr'dan Plan 9 from Outer Space.
2. bölümde bulaşıcı hastalık ve nükleer savaş senaryoları üzerinde duracağım.
2012, Maya takvimi ve kıyamet ile ilgili konuşmalar oldukça aklımın bir köşesinde hep aynı imge beliriyor. Neden olduğunu bilmiyorum veya belki de kendime itiraf etmek istemiyorum ama sonun onunla bir alakası olduğunu ister istemez fark ediyorum. İşte benim sonum:
16 Aralık 2011 Cuma
Balayı çabuk bitmiş! - Sherlock Holmes: A Game of Shadows
Zekasının yanında kirden, pislikten çekinmeyen; yumruklarını kullanmayı bilen Sherlock Holmes ilk görüşte aşk etkisi yaratmıştı. Guy Ritchie'nin temposu, Robert Downey jr. ile Jude Law ve bu aşk birleşince ilk film hem gişede hem de eleştirilere bakıldığında başarılı olmuştu ve devam kaçınılmazdı.
İlk filmde nişanlanan Dr. Watson'ın bekarlığa veda partisi ve düğünüyle başlıyor ikinci film. Sherlock ve büyük düşmanı Profesör Moriarty ne yazık ki balayılarını rezil ediyor. Sherlock ve Watson ilişkisinin evlilik temelli dinamikleri hikayenin en komik bölümlerini oluşturuyor, tren sekansı da bunun en güzel örneği. Guy Ritchie bütün hünerlerini yine göstermiş ve hatta RocknRolla'dan sonra müthiş bir dans sahnesi daha hazırlamış. Pek çok güzel yönü olan bir film Sherlock Holmes: A Game of Shadows.
Tahmin edebileceğiniz gibi bir "ama" ile devam edeceğim. Bütün artılarına rağmen doyurmayan bir film ile karşı karşıyayız. Bunun en temel sebebi Sherlock ile Moriarty arasındaki akıl oyunlarının seyirci tarafından anlaşılmasının imkansız olması. Bu tip senaryolarda temel prensip şudur: Seyirciye bulmacanın önemli parçalarını göster ama onları yanlış şekilde bağlamasını sağla! A Game of Shadows'da oyunu çözebilmek için gerçekten ya Sherlock Holmes ya da Moriarty zekasında olmak lazım!
Eğlenceli ve iyi vakit geçirmek için ideal bir film Sherlock Holmes: A Game of Shadows fakat kalıcı bir etkisinin de olmayacağı kesin. Dolayısıyla ilk görüşte başlayan bu aşk balayında bitmiş gibi gözüküyor.
Alıntı - Bulut Atlası
Açıklama: Gerçek geçmiş + varsayılan geçmişin işleyişi müşterek tarihte iyi bilinen bir olayla, örneğin Titanik'in batışıyla açıklanabilir. Gerçekten yaşanmış olan felaket görgü tanıkları öldükçe, belgeler yok oldukça karanlığa gömülüyor + geminin enkazı Atlantik'teki mezarında parçalanıyor. Gelgelelim, Titanik'in yeniden ele alınan anılardan, belgelerden, söylentilerden, kurmacadan -kısacası inançtan- yaratılan varsayılan batışı gitgide " daha da gerçek " hale geliyor. Gerçek geçmiş kırılgandır, gitgide silikleşir + erişilmesi + yeniden inşa edilmesi zor bir hale gelir; varsayılan geçmiş bunun aksine kolayca şekillendirilebilir, sürekli netleşir + önüne geçilmesi, sahte olduğunun ortaya çıkarılması gitgide zorlaşır.
Şu an, varsayılan geçmişi kendisine hizmet etmeye, mitolojilerine inanırlık + iradesini dayatışına meşruluk katmaya zorlar. Güç hem varsayılan geçmişe " şekil verme " hakkı arar, hem de kendisi bu haktır. ( Tarihçiye para ödeyen düdüğü çalar. )
Simetri bir gerçek + varsayılan bir gelecek de olmasını gerektirir. Gelecek haftanın, gelecek yılın, ya da 2225'in nasıl şekilleneceğini hayal ederiz - bu dileklerden, kehanetlerden + hayallerden oluşan bir varsayılan gelecektir. Bu varsayılan gelecek kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete benzer biçimde, gerçek geleceğe etki edebilir ama yarın nasıl bugünü gölgede bırakıyorsa gerçek gelecek de varsayılan geleceğimizi gölgede bırakacaktır. Gerçek gelecek + gerçek geçmişi de Ütopya gibi yalnızca uzaktan, sislerin arasından görürüz ve orada kimseye yararları dokunmaz.
Soru: Dumandan, aynalardan ve gölgelerden oluşan bir suretle - gerçek geçmiş - bir başka suret - gerçek gelecek - arasında anlamlı bir fark var mıdır?
Bir zaman modeli: Boyanmış anlardan oluşan sonsuz bir matruşka bebeği, her bir " kabuk " ( Şimdiki zaman ) benim gerçek geçmiş dediğim ama bizim varsayılan geçmiş olarak algıladığımız " kabuklardan " ( önceki şimdiki zamanlardan ) oluşan bir yuvaya konur. " Şimdinin " bebeği de aynı şekilde daha gerçekleşmemiş şimdiki zamanları içine alır, ki ben buna gerçek gelecek derim ama biz bunu varsayılan gelecek olarak algılarız.
...
Isaac Sachs'ın not defterinden...
BULUT ATLASI
David Mitchell
15 Aralık 2011 Perşembe
12 Aralık 2011 Pazartesi
" Twist " nedir?
Kanada'da yapılan Whistler film festivalinin bu seneki reklam kampanyasının başlığı "unexpected stories".
11 Aralık 2011 Pazar
10 Aralık 2011 Cumartesi
7 Aralık 2011 Çarşamba
6 Aralık 2011 Salı
İnançlı mısın? - The Tree of Life
Terrence Malick'den özellikli bir film daha. Oyunculuk, görsellik, senaryo, içerik... Her yönüyle sunacak, tartışacak, söyleyecek sözleri olan bir proje. Terrence Malick sinemasından hoşlanan biri değilim hatta Thin Red Line'da uyumuşluğum bile var ki ben film izlerken kolay kolay uyumam!
The Tree of Life bazı yönleriyle en sevdiğim Malick filmi oldu fakat geri kalan yönleriyle de neden Malick sinemasını sevmediğimi tekrar hatırlattı.
Varoluşa, hayata, anlama dair bir film Tree of Life. Bence filmi iki bölümde incelemek lazım. Birinci bölüm " National Geographic " tarzı çekimler eşliğinde Malick'in İncil temelli büyük sözler söylediği bir vaaz. Özellikle filmin ilk yarısında fazlasıyla bu sahnelerden mevcut. Bir halüsinasyonu andıran hipnotize edici, görsel açıdan mükemmel olan bu sahneler iki yüzü keskin bıçak gibi: İnançlı, inanmak isteyen, anlam arayan biriyseniz bu sahneler sizi mest edecektir fakat daha Darwinist görüşlü iseniz filme yabancılaştıracaktır. Çok " yukarıdan " adeta dikte ettiren bir dil, üslup kullanmış Terrence Malick. Riskli bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Filmin ikinci bölümüyse Sean Penn'in canlandırdığı plazalar arasına sıkışmış Jack karakterinin kendisiyle ve ailesiyle olan yüzleşmesi. Malick 1950'lerde geçen bu hikayeyi bütün meziyetlerini kullanarak harikulade bir şekilde anlatmış: İnanılmaz bir kamera kullanımı, etkileyici görsel tercihler ve muhteşem bir ışık kullanımı...
Filmin ana çatışması bu ikinci bölümde daha belirgin bir hale geliyor: Tanrının yolu mu? Yoksa doğanın yolu mu? Bu çerçevede Jack'in babası Bay O'brien doğanın yolunu temsil ederken annesi Bayan O'brien tanrının yolunu temsil ediyor.
Sorum şu: O'brien ailesinin hikayesi bu kadar sade, dokunaklı ve etkiliyken, Terrence Malick neden vaaz bölümünü de koymuş? Gerekli olduğunu düşünen var mı?
Benim için bu sorunun bir cevabı yok zaten bu yüzden Malick sinemasını da sevmiyorum heralde...
The Tree of Life beğensek de beğenmesek de saygıyı hakkeden bir yapım.
2 Aralık 2011 Cuma
Psikanaliz Seansı - A Dangerous Method
David Cronenberg 100 dakikalık bir psikanaliz hazırlamış. Terapi sırası şöyle: Jung Spielrein'i, Freud Jung'u sonra hep beraber Jung'u....
Tiyatro eserinden uyarlandığı için olsa gerek bana Quills'i hatırlattı.
Filmi izlemeden önce en azından bir 101 Psikolojiye giriş kitabı okunmalı yoksa zaten diyalog temelli olan film izleyici için çekilmez olabilir.
Dönemin genç, başarılı ve iç güveysi psikiyatrı Doktor Jung, Sabina Spielrein'ı; dönemin üstadı Freud'un yöntemiyle tedavi etmeye başlar. Film bu noktada başlayarak iki ana eksende ilerliyor: Jung ile Sabina ve Freud ile Jung.
Karakterler arasında güçlü ve sağlam bir yapı kurulmuş. Bu sağlam yapıdan gelen etkili dinamikler filmi bütün zorluğuna rağmen izlemesi zevkli bir hale sokuyor ki zaten psikolojiyle ilgiliyseniz tadından yenmez bir ziyafet sizi bekliyor demektir.
Keira Knightley fazla teatral oyunculuğuna rağmen filmin yıldızı.
Michael Fassbender, zor ve kimi zaman sevimsiz gözükebilecek rollerine rağmen emin adımlarla ilerliyor zirveye. En büyük temennim Daniel Craig'den sonraki Bond olması. Shame' i de merakla bekliyoruz.
Viggo Mortensen açısından değişen hiçbir şey yok. Her filminde olduğu gibi mütevazi ve sağlam bir oyunculuk çıkarmış.
Vincent Cassel ise filmin süprizi! Kısa rolü hem hikaye için hemde seyirci için tam bir katalizör etkisine sahip.
Cronenberg zorlu hikayeye ve zorlu anlatım biçimine rağmen başarıyla projenin altından kalkmış. Bence, filmin tek büyük eksiği sağlam, zorlayıcı hatta kışkırtıcı bir sevişme sahnesiydi ki Cronenberg sinemasında bunlardan bol bol bulunur. Böyle bir sahne Jung ve Sabina ilişkisini daha net ortaya koyabilirdi.
Genelde buraya yazdığım filmlerin içeriğiyle ilgili fazla yorum yapmam. Daha çok hikayenin yapısı ve anlatım üzerinde durmaya çalışıyorum fakat bu film için bir istisna yapacağım.
Filmin ana çatışması Jung ile Freud'ün tedavi yöntemleri. Bu yöntemler aslında hayata bakışlarını da özetliyor.
Freud'un tedavisi, hastalığın nedenini ortaya koyup ki bu her zaman cinsellik temellidir, hastanın bunu olduğu gibi kabullenmesi ve bununla yaşaması üzerine kurulu. Bu tedavi aslında Freud'un da hayatının özeti. Bütün şanına, şöhretine rağmen zengin değil Freud, renkli bir hayatı yok, mücadele içinde, saldırı altında... Ama bütün bunları olduğu gibi kabullenmiş aynı tedavisinin gerektirdiği gibi...
Jung için hastalığın nedenlerini ortaya koymak ve kabullenilmesini sağlamak yeterli değil. Jung hastalığın bütün etkilerini ortadan kaldırmak istiyor. Her şeyin bir anlamı olduğuna inanmak istiyor. Hep daha fazlasını isteyen bir hümanist ortaya çıkıyor. Tek eşliliğe inanmak istiyor ama Sabina'nın mazoşist dürtülerine dayanamıyor. Pozitif bilim yapmak istiyor ama doğa üstü yapılara ilgi duymaya başlıyor.
Freud ne kadar sağlam temelli, kısıtlı, kurallı ve robot gibiyse Jung o kadar dağınık, cesur, talepkar ve o kadar insan.
Cronenberg insan doğasının kötü tarafı üzerine olan yolculuğuna devam ediyor. Freud ve Jung bu çerçevedeki en önemli duraklardan biriydi. Şimdi sırada Don Dellilo'nun Cosmopolis'i var.
Cronenberg için daha evvel yazdığım detaylı bir analiz için: http://berkndex.blogspot.com/2011/05/cronenberg.html
1 Aralık 2011 Perşembe
30 Kasım 2011 Çarşamba
29 Kasım 2011 Salı
28 Kasım 2011 Pazartesi
26 Kasım 2011 Cumartesi
Bond, James Bond, Skyfall
Yeni Bond filmi Skyfall'un çekimleri sürüyor. Daniel Craig üçüncü ve büyük olasılıkla son kez bu rolde...
İşte ilk görüntüler:
İşte ilk görüntüler:
25 Kasım 2011 Cuma
Prometheus'dan ilk görüntüler
Ridley Scott, James Cameron, David Fincher ve Jean Pierre Jeunet, bu dört önemli yönetmen Alien serisini efsaneleştirdi.
Ridley Scott'ın ilk yaratığı, bir uzay gemisinde Ripley ve seyirci ile köşe kapmaca oynuyordu. Bu ilk film korku, gerilim türünün bütün özelliklerini taşıyordu.
Yaratık, James Cameron'ın yönetimine geçince üredi. İkinci filmde karşımızda bir sürü yaratık ve bir tabur askerle tam bir savaş, çatışma ve aksiyon vardı.
90'lı yılların yaramaz yönetmeni David Fincher, Alien serisine psikolojik bir boyut ekleyerek son derece karanlık olan üçüncü filmi, stüdyo ile papaz olmasına rağmen istediği gibi bitirdi ve üçlemeyi sonlandırdı.
Ama hala para eden Yaratık bitirilemez, öldürülmezdi. Sonuç olarak Jean Pierre Jeunet tarafından yeniden diriltilen yaratık, evvelki üç filmin bir karışımı gibiydi. Biraz korku, biraz aksiyon ve biraz karanlık...
Şimdi efsane, Ridley Scott yönetiminde başa dönüyor ve Yaratığın kökenlerini anlatacak. İşte yeni Alien filmi Prometheus'dan ilk görüntüler...
Not: Kısa bir zaman dilimi içinde dört filmi inceleyen bir yazı yazmayı umuyorum.
20 Kasım 2011 Pazar
19 Kasım 2011 Cumartesi
Gerçek(çi) mi?
Nolan'ın Batman'i ilk başta pek çok soru işareti uyandırmıştı kafalarda çünkü yarasa artık gotik değildi aksine çok gerçekçiydi: Arabası tank gibiydi, kostümü işlevleriyle ön plandaydı, Gotham New York'tu vb...
Üçüncü filmin çekimleri devam ediyor.
Bir tarafta The Dark Knight Rises setinden diğer tarafta Wall Street protestosundan fotoğraflar...
Üçüncü filmin çekimleri devam ediyor.
Bir tarafta The Dark Knight Rises setinden diğer tarafta Wall Street protestosundan fotoğraflar...
17 Kasım 2011 Perşembe
In Time: Zaman değil fikir israfı
Andrew Niccol, Gattaca görünümlü sofistike bir Robin Hood hikayesi hazırlamış. Sağlam fikir etkileyici bir görsellikle buluşmuş olsa da eksiler çok fazla. Bana da düşen bunun nedenini sorgulamak.
" Ölümsüzlüğün sırrının çözüldüğü noktada paranın yerini zaman alır. " fikrinden hareket eden Niccol gerçekten sağlam bir distopya oluşturmuş. Dünyasının bütün detayları hakkında kafa yorduğu aşikar: Zaman merkezli kapitalist sistem son derece detaylı bir biçimde sunulmuş. Filmin ana sıkıntısının da bu olduğunu düşünüyorum: Fikre ve fikrin dünyasına o kadar çok odaklanmış ki filmin hikayesini adeta unutmuş, oluşturduğu sistemi ve dünyayı anlatmaktan kahramanların hikayesine odaklanamamış Niccol.
Bir roman olsa veya bir dizi klasikler arasına gireceği kesin. Filmde irdelenmeyen sadece değinilip geçen o kadar çok nokta var ki bunlar başlı başına başka hikaye konuları oluşturabilir: Will Salas'ın babasının hikayesi ne? Buna bağlı olarak " timekeeper " Raymond Leon'la ilişkileri ne? Düellolar nasıl yapılıyor? vb...
Gattaca'dan aşina olduğumuz neo-noir tarzın etkileyici olduğu tartışılmaz. Tercih edilen ışık ve renkler kostümlerle birleşince kaliteli bir görsel yapı oluşturmuş.
Sonuç: Fikrin ve oluşturulan dünyanın detayları; senaryoya ve yapıya, karakterler arasındaki dinamiklere incelikli biçimde yerleştirilemediği için fikir yığınlarıyla dolu " televizyon filminden " öteye geçememiş bir yapım var elimizde. Yanlış anlaşılmasın kesinlikle zaman kaybı olarak görülecek bir film değil ama fikir israfı olduğu tartışılmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)