Ne kadar gerçek o kadar hayal!

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Total Recall

Philip K. Dick'in hikayesinden uyarlanan Total Recall bir remake ile karşımızda. Yaratıcılığın ve üretimin zayıfladığı bu dönemde bilim-kurgu klasiği sayılabilecek bir eserin yeniden ele alınması kaçınılmazdı zaten. Soru şu: Böyle mi olmalıydı?


Elimizde ne var? Bol aksiyon, özel efektler, fena sayılmayacak bir atmosfer, güzel kadınlar... Gerisi çöp!


Burada tartışılması gereken kişi yönetmen koltuğunda oturan Len Wiseman. Sormak lazım: Underworld gibi duygusuz filmler yaptın, Die Hard'da John McClane'i bile batırdın. Bir fikri, bir duygusu olan böyle klasik bir hikayeyi nasıl bu hale getirebildin? Nasıl kıydın?

Philip K. Dick hikayelerinin DNA'sında gerçekliğin sorgulanması vardır. Paranoya vardır. Dinamikleri itibari ile devamlı şekil değiştiren sürprizler vardır.Gerçek ile hayal arasına sıkışmış, bir karar vermesi gereken protagonistler vardır. Yeni Total Recall'da bunlar son derece plastik kalmış ne yazık ki.

Film bir rüya sahnesi ile açılıyor: Son derece gerçekçi, adeta ben rüya değilim diye bağıran bir sahne. Kritik nokta burası zaten: Eğer böyle bir sahne çekerek filme başlamayı uygun görmüşse bir kişi ya hikayeyi hiç anlamamış demektir ya da yeni bir bakış açısı ile hikayeyi yorumlayacaktır. Bence ilk seçenek doğru gibi...


Sonuç olarak karşımızda fikirden ve duygudan arındırılmış, özel efektlere boğulmuş bir Total Recall var.

12 Ağustos 2012 Pazar

Cosmopolis

Delillo romanını Cronenberg uyarlarsa ne olacağını da öğrenmiş olduk.

Cosmopolis, 28 yaşındaki multi-milyarder Eric Packer'in bir gününü anlatıyor bize. Saçlarını kestirmek için şehrin öbür ucuna gitmek istiyor.


Cronenberg sinemasında vücuda saldırı çok görünen bir olgudur: Deforme organlar, bulaşıcı yaralar... Bütün bunlar filmlerindeki imzası gibidir. Cosmopolis ise vücuttan ziyade aklı hedef alan, zorlayan, bir nevi "reset" etkisi yaratacak bir film.

Tipik Cronenberg görselliği, değişik kamera açısı tercihleri...


Diyalog temelinde ilerleyen bir senaryo var karşımızda ve diyaloglar da çoğunlukla felsefi boyutlarda bir zaman ve ruhunun eleştirisi. Takip edilmesi zor bir film. Böyle konularda düşünmeyi sevmiyorsanız kesinlikle size uygun bir 108 dakika olmayacaktır. 

Peki kim bu Eric Packer? Bir matematik dehası, borsayı ve finansı formüle etmeyi başarmış. Serveti ile tarihi bir şapeli satın alıp evine koymayı düşünecek kadar küstah. İçinde bulunduğu hayatın hızlı akışından ve sanallığından dolayı gerçekten kopmuş. Kendiyle birlikte bütün sistemin sonunu hazırlayacak kadar cüretkar.


Filmle kitap arasındaki en temel fark Eric Packer'in niyeti; kitabın başında şöyle bir cümle var:"Öldüğünde sonu gelen o olmayacaktı. Dünyanın sonu gelecekti." Kitapta Eric tam açık olmamakla birlikte her şeyini kendi isteği ile kaybediyor. Filmde ise kendi formülüne inanmaktan vazgeçmediği için kaybeden bir Eric görüyoruz.

Cosmopolis esasında zamanın ruhuna göre her şeyi olan bir adamın; parası,şöhreti,gücü... Tamamlanamama, olamama öyküsü. Bir nevi varoluşçu bir sistem eleştirisi.

Konvansiyonel sinemanın dışına çıkmak isteyenler için üzerine konuşacak çok konu barındıran bir yapım Cosmopolis.